“Sometimes it is the people no one can imagine anything of who do the things no one can imagine.” The Imitation Game
2014 yılında gösterime giren ve Alan Mathison Turing’in hayatından önemli kesitler sunan filmden bir alıntı ile başlayalım: “Bazen hiçbir şey yapamayacağı düşünülen insanlar, kimsenin düşleyemeyeceği şeyleri başarırlar.”. Bu kısacık cümle, kocaman bir hayatı, yani Alan Turing’in hayatını anlatıyor. O farklı birisi. Hayatı dışlanmakla geçiyor. Zamanın öyle ilerisinde düşüncelere sahip ki, anlaşılamıyor. Belki de bu yüzden, yaşamı boyunca başarılara imza atsa bile ya değer görmüyor, ya da bir tehdit unsuru olduğu düşünülüyor. Oysa onun matematiğe olan sevdası, İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatını değiştiriyor ve belki de yüzbinlerce insanın hayatını kurtarıyor. Bugün yapay zekanın fikir babası olarak anılan Alan Turing, ne yazık ki yıllarca hizmet ettiği toplumun o günkü ahlak kurallarının kurbanı oluyor ve intihar ediyor. Gelin onun “The Imitation Game” filmine Oscar kazandıran dramatik hikayesine birlikte göz atalım.
2. Dünya Savaşı ve Bilgisayarlardan çok Önce…
Turing, 23 Haziran 1912’de Londra’da dünyaya geliyor. Daha küçücük bir çocukken matematiğe olan ilgisi anlaşılıyor. Ailesinin desteği ve dehasının açtığı kapılar sayesinde, çok iyi okullarda okuyor. Princeton Üniversitesi’nde Felsefe Doktoru ünvanını aldıktan sonra Cambridge Üniversitesinde matematik ve kriptoloji alanında çalışıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hitler’in orduları zafer üzerine zafer kazanırken, birçok masum insan hayatını kaybediyordu. İngiltere ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerin savaşı kazanmasının önündeki en büyük engel, Alman ordusunun iletişim sistemiydi. Deniz altıların yerleri bilinmiyordu, ne zaman nereye saldırı olacağını kestirebilmek çok zordu, çünkü istihbarat almak imkansızdı. Bunun nedeni ise, o dönem için çok önemli bir teknoloji olan ‘Enigma’ idi. Alman ordusu içerisindeki tüm iletişim kodlarla yapılıyordu. Gönderilen kodlar ‘Enigma’ adlı makineye girildiğinde verilen emir anlaşılabiliyordu. Fakat her gün gönderilen kodların anahtarı değişiyordu, yani bu anahtar olmadan kodların makineye nasıl girilmesi gerektiğini anlamak imkansızdı. Bu da kodları insan zekası ile çözmeyi imkansız hale getiriyordu. Alan Turing bu sorunu çözmeye çalışırken, bir makine geliştirmenin zorunluluğunu anladı ve savaş sırasında bu makine üzerine çalıştı. Bombe adı verilen bu makine sayesinde başta İngiltere olmak üzere, ittifak devletlerinin eline ciddi oranda istihbarat geçti ve savaşın seyri değişti. Turing’in makinesi yüzbinlerce insanın hayatını kurtardı.
2. Dünya Savaşı Sonrası ve hala Bilgisayarlardan çok Önce
Savaş bittikten sonra, Enigma kodlarını çözebilmek için yaptığı makine güvenlik nedeniyle ortadan kaldırılıyor ve Alan Turing bu başarısının bırakın tadını çıkarmayı, kimseyle paylaşamıyor bile! 50 yıl boyunca da kodların çözüldüğü devlet sırrı olarak saklanıyor, ama oraya daha sonra geleceğiz.
Turing’in savaş öncesi ve sonrasındaki çalışmaları, onu insan beyninin nasıl düşündüğü üzerine kafa yormaya itiyor. Savaş bittikten sonra Londra’daki Ulusal Fizik Laboratuvarı’nda işe başlıyor. Burada tasarladığı “Automatic Computing Engine” (ACE) dijital bilgisayarın ilk örneği oluyor. Ne yazık ki tasarımı uygulamaya geçmiyor. Turing bu dönemlerde ilk programlama kitabını yazıyor ve bu bilgiler ilk elektronik dijital bilgisayar Mark I’de kullanılıyor.
Neden Yapay Zekanın Babası?
Alan Turing’i yapay zekanın babası addeden şey, makinelerle insan beyni arasında köprü kurmaya çalışmasıdır. Yani ilk kez bir makinenin de insan beyni gibi çalışabilme potansiyeli olduğunu fark etmiştir. O yıllarda henüz bildiğimiz anlamda bir bilgisayar bile olmaması, Turing’in çağının ne kadar ilerisinde olduğunu gösteriyor. O insan beyninin de büyük oranda dijital bir hesap makinesi olduğunu düşünüyordu. Doğduğumuzda beynimiz boş yani içinde hiçbir koşullandırma barındırmayan bir makine gibi ama sonrasında yaşadıkça beynimize kodlar yazılıyor ve biz buna göre davranmaya başlıyoruz. Alan Turing’in bu benzetmesi ve sonrasında bu fikir üzerine yaptığı araştırmalar onu Turing testini geliştirmeye kadar getiriyor. Daha bilgisayarlar bile ortalıkta yokken, Alan Turing, bir test ile bir bilgisayarın insanlar gibi düşünüp düşünemediğinin anlaşılabileceğini ortaya çıkarıyor. Turing testi verilen bu yöntem, günümüzde halen kullanılmakta ve henüz hiçbir makine bu testi geçemedi.
Zamanın İlerisinde Bir Dahinin Hazin Sonu
2. Dünya Savaşı sırasında yaptığı çalışmalarla Avrupa kıtasında yüzbinlerce insanın hayatını kurtaran, sonrasında yine teknolojik gelişmelere öncülük eden çalışmalarıyla belki de dünyada milyarlarca insanın hayatına olumlu etki etmiş birisinin ölümü ne yazık ki yine kısmen toplumun elinden oluyor.
Alan Turing bir eşcinseldi. Yaşadığı dönemde, İngiltere’de eşcinsellik suç olarak kabul ediliyor. Turing cinsel yönelimini yıllarca saklasa da bir gün evine hırsız girmesi nedeniyle polis olayı araştırıyor ve Turing’in eşcinsel olduğu sonucuna varıyor. Mahkeme Turing’e iki seçenek sunuyor, ya 2 yıl hapse girecek ya da hormon tedavisi görecek. O bilgisayarlar üzerindeki çalışmalarına ara vermemek için hormon tedavisini tercih ediyor. Hormon tedavisi sırasında aldığı östrojen, bedenine hasar vermekle kalmıyor, psikolojisini de bozuyor. Sonunda 1954 yılında Alan Turing üzerine siyanür serpilmiş elma yiyerek intihar ediyor. Ölümünün intihar mı, bir suikast mi yoksa kaza mı olduğu ise hala bilinmiyor. Yaşadığı topluma belki de en önemli faydayı sağlamış bir isim, yine o toplumun ahlaki yapısı nedeniyle yaşamaktan vazgeçiyor.
Günümüzde elbette Avrupa’da böyle yasalar yok. Zaten savaşın üzerinden 50 yıl geçtikten sonra Alan Turing’in savaş sırasında yaptığı çalışmalarla ilgili gizlilik kalkıyor ve dehasını toplum için nasıl bir fedakarlıkla kullandığı ortaya çıkıyor. Bundan yıllar sonra, 2009 yılında İngiliz Başbakan Gordon Brown Turing’in cinsel yöneliminden ötürü mahkemeye çıkarılmasından ötürü hükümet adına özür diliyor. Sonra da Kraliçe Elizabeth II Turing için Kraliyet Affı çıkarıyor.
Yapay Zekaya Başka Kimlerin Katkısı Oldu?
Alan Turing’in yapay zekanın babası olduğunu kabul eden otoriteler olduğu gibi, kabul etmeyen de birçok otorite var. İnternette basit bir araştırma yaptığınızda, ilk çıkan ismin başka bir dahi olan John McCarthy olduğunu görebilirsiniz. 1956 yılında kendi organize ettiği bir konferansta ilk kez yapay zeka terimini kullanıyor, fakat o da bunu yaparken insan zekasından yola çıkıyor, yani yıllar önce Alan Turing’in açtığı yoldan gidiyor. 1927’de doğan McCarthy, 2011 yılına kadar yaşıyor. Yıllar boyunca da yapay zeka geliştirmek için uğraşıyor. Geliştirdiği hiçbir makine Turing testini geçemiyor.
Bugün 2019 yılındayız. İnternet ağları genişledi, bilgisayarlar gelişti ve yazılımlar akla hayale gelmeyecek şeyler yapabiliyorlar. Yine de hala hiçbir makine Turing testini geçemedi. İnsansı robotlar da henüz birer makine olarak çalışıyorlar. 10 Nisan 2019 tarihinde uzaydan bir karadelik fotoğrafını dünyamıza ulaştıran teknolojileri de Alan Turing gibi isimlerin katkılarına borçluyuz. Yıllar sonra Einstein’ın teorisinden bir parçanın fotoğrafına ulaşabiliyorsak, Alan Turing’in öngördüğü gelişmeler niye olmasın? Tam da filmde söylendiği gibi “Bazen hiçbir şey yapamayacağı düşünülen insanlar, kimsenin düşleyemeyeceği şeyleri başarırlar.”.
Alan Turing ve Turing Makinesi ile ilgili daha detaylı bilgi için: